Kate Bush - Wild Man

Kate Bush'un sabırsızlıkla beklediğim 10. stüdyo albümü 50 Words For Snow'dan çıkan ilk ve muhtemelen tek single; Wild Man. Albüm versiyonu 7 dakikayı aşan şarkıya, yayımlanan single'da 4 dakikalık daha radio friendly bir Wild Man de eşlik ediyor. Single yayımlanmadan evvel, Kate Bush kar temasını işlediği bir albümün Wild Man adını verdiği bir şarkısında neyden bahsediyor olabilir diye düşündüğümde, ve albüm kapağını incelediğimde albüm kapağında dudağına bir öpücük kondurduğu, hayatında yer alan bir erkeği konu edinebileceği hissine kapılmıştım. Aerial'daki Mrs. Bartolozzi'nin çamaşır makinesinden sonra Wild Man belki bir kardan adam dahi olabilirdi. Ama şarkıyı dinledikten ve sözleri üzerine düşündükten sonra bunun aklımın ucundan bile geçmeyen efsanevi kar canavarı Yeti, nam-ı diğer Kocaayak hakkında olduğunun farkına vardım. Spoken-word tekniğine benzer bir yaklaşımla yaşlı, bilge bir kadının eski bir efsaneyi anlatır gibi söylediği Wild Man'de Kate hikaye anlatıcısı olarak bir yandan kar canavarıyla empati kurarken, bir yandan da ona kaçması gerektiğini öğütlüyor. Nakaratta ise bana erken dönem çalışmalarını anımsatan üst üste bindirdiği vokalleriyle kar canavarının izindeki insanları betimliyor. Yaşı ilerledikçe anlatacak fazla şeyi kalmadığını ve belki de bu yüzden bu kadar uzun aralıklarla albüm çıkardığını düşündüğüm Kate, onu ne kadar hafife aldığımı ispat etmek istercesine parçanın neredeyse her dizesini referanslarla süslüyor, benim gibi lyric-geek fanlarına yapılması gereken yeni okumaların listesini sunuyor. Kate ilkbaharda çıkardığı Director's Cut ve ardından gelen, Aerial dönemi single'ı King of the Mountain'dan daha başarılı bulduğum Wild Man ile 6 yıllık bekleyişe değeceğinin sinyallerini verirken gerçekten de geri dönmeye kararlı gibi. Tracklist:
1. Wild Man (Radio Edit) (4:17)
2. Wild Man (7:17)

I Break Horses - Hearts


İsveç'in başkenti Stockholm'den yükselen I Break Horses, Maria Lindén ve Fredrik Balck'tan oluşuyor. 2008'den itibaren I Break Horses adı altında müzik yapan ikilinin ilk albümü Hearts geçtiğimiz aylarda müzik ortamlarına düştü. Winter Beats ve ardından yavaş ve akıllı bir biçimde yerini bıraktığı, albüme adını veren Hearts ile birlikte albümü ilk dinlediğimde beklentilerim oldukça yüksekti. Shoegaze'i elektronik dokunuşlarla süsleyen müzisyenlere, özellikle Ulrich Schnauss ve Anthony Gonzalez'e olan hayranlığımdan dolayı kafamda bir 'Acaba?' belirdi. Fakat albüm ilerledikçe şarkı arasındaki geçişlerin sadece ilk iki şarkıya has olduğunu ve elektronik tınıların yer yer olsa da, hiçbir zaman ilk iki şarkıda olduğu kadar yoğun olmadığını fark ettim. Tabi bu, ikilinin ilk eseri olduğu da düşünüldüğünde albümden keyif almama engel teşkil etmedi. Sadece ilk iki şarkıda verilenin albüm boyunca devam etmesini bekledim bir dinleyici olarak.

My Bloody Valentine ve Slowdive'dan oldukça etkilendiklerini, ve birkaç sıfat ve genre kısıtlamalarıyla bir kenara itilemeyeceklerini belirten bir review'a kendi sitelerinde muhtemelen müziklerini ve müziğe olan yaklaşımlarını iyi ifade ettiğini düşündükleri için yer veren ikilinin albümü dinlendiğinde, yoğun bir shoegaze hissi karşılıyor sizi. Shoegaze'i seven biri olarak bu durumdan şikayetçi değilim fakat umuyorum ki kategorilere sokamayacağımız bir I Break Horses ile çıkarlar karşımıza gelecekte ve bu iddialarını doğrularlar, hem kendileri hem de müzik piyasası için. O güne kadar yanıtım shoegaze.


Tracklist:
1. Winter Beats
2. Hearts
3. Wired
4. I Kill Your Love, Baby!
5. Pulse
6. Cancer
7. Load Your Eyes
8. Empty Bottles
9. No Way Outro

David Lynch'ten Elektronik Albüm

2010'un sonlarına doğru çıkardığı iki single ve bu iki şarkının da içinde yer alacağı yeni elektro-pop albümüyle müzik ortamlarında hakkında daha ciddi muhabbetlerin dönmeye başladığı David Lynch'in müzikle olan ilişkisi geçici bir hevese indirgenemeyecek kadar eskiye dayanıyor. 80lerin sonlarından itibaren yönettiği filmler kadar müzikal projelerle de meşgul olan Lynch'in yönetmenliğini yaptığı filmlerin müziklerinde payı olması dışında; küçümsenemeyecek boyutta bir diskografisi de oluşmuş durumda. 8 Kasım'da müzikmarketlerde yerini alacak albümden çıkan single'lar Good Day Today ve I Know, kapak tasarımları ve klipleriyle.



'I wanna have a good day today' gibi son derece basit birkaç cümlenin kendini tekrarlayan bir melodi üzerinde defalarca söylenmesi, kliple birleştiğinde oldukça sürreal bir çalışma ortaya çıkarmış. Şarkı, melodisi ve üzerinde oldukça oynanmış vokaliyle Crystal Castles'ı anımsattı bana, ki bu bana göre 65 yaşında birine tarafımdan edilmiş en iyi iltifat.
I Know ise diğer şarkıya göre daha yavaş ve karanlık. David Lynch eseri olduğunu bilmesem bir Portishead şarkısı olduğuna bahse girebilirdim.
Albüme geçmeden önce paylaştığım iki klibin de David Lynch'in elinden çıkmamış olduğunu bilmenizi isterim. Yönetmenin her iki şarkı için de video klip yarışması düzenlediği ve finalistleri kendi belirlediği bu durumda, kazananların Lynchian bir stile sahip olmalarına da şaşırmamak gerek.
Uzunca bir girişten sonra bu yazıyı yazmamın asıl sebebi olan albüm ve detaylarına gelebiliriz. 14 şarkıdan oluşacak olan albümün adı Crazy Clown Time. Albüm kapağı ve şarkı listesi ise şöyle:
1. Pinky's Dream
2. Good Day Today
3. So Glad
4. Noah's Ark
5. Football Game
6. I Know
7. Strange and Unproductive Thinking
8. The Night Bell With Lightning
9. Stone's Gone Up
10. Crazy Clown Time
11. These Are My Friends
12. Speed Roadster
13. Movin' On
14. She Rise Up
Kendi yazdığı bestelerden oluşturduğu eserinde Lynch, Yeah Yeah Yeahs'in solisti ve Where The Wild Things Are filminin soundtrack'ini yapan isim Karen O'yu da duyma fırsatı sunuyor bize. Umuyorum ki Good Day Today ve I Know'da olduğu gibi vokaller üzerinde çeşitli denemeler yapmıştır. Sesini çok fazla beğenmediğimden değil, aksine müzik ve sinemaya olan muhtemel bakış açısından dolayı bu düşüncem. Bazı müzisyenlerin yazdığı her şarkı için aynı zamanda kafasında bir senaryo ve o senaryonun da baş kahramanını oluşturduğunu bildiğimden, vokalin manipüle edilmesi fikri müzikte her daim hoşuma gitmiştir. Zira her biri başka bir ses, başka bir karakter demektir.

M83 - Hurry Up, We're Dreaming

Adını spiral bir galaksi olan Messier 83'ten alan M83, Fransız müzisyen Anthony Gonzalez'in solo projesi. 2008 çıkışlı 'Saturdays = Youth' albümüyle büyük çıkış yakalamış ve Pitchfork gibi sitelerin de takdirini kazanmıştı. 2011'de bu çift cdlik, 'destansı, rüya dolu, güçlü ve yoğun' olarak tarif ettiği ve şimdiye kadarki en iyi eseri olduğunu düşündüğü albümle bizi kendi hayal dünyasına davet ediyor.
Zola Jesus'ın eşlik ettiği intro'nun ardından gelen ve albümden çıkan ilk single olan Midnight City ile albüm oldukça hızlı başlıyor.





Saksofon solosu yüzünden hemen 80ler etiketi yapıştırmak gibi bir hataya düşmek istemiyorum fakat Midnight City dışında Reunion, Claudia Lewis ve OK Pal kulağa oldukça 80ler gelen diğer şarkılar. Bunun dışında albümde diğer M83 albümlerinde olduğu gibi spoken-word tekniğine de yer verilmiş. Daha teatral bir hava katıyor bu müziğine. Bu albümden Raconte-Moi Une Histoire buna güzel bir örnek. Gonzalez'in bu yarattığı rüyalar arasına serpiştirdiği, diğer parçalara nazaran daha kısa olan geçişlere eşlik eden vokaller kabus gören bir insanın iç çekişlerini anımsattı bana. Rüyanın aniden bitiyor olma fikrini her ne kadar yaratıcı bulmuş olsam da Outro'nun aniden kesilmesini leak ile ilgili bir sorun olarak görüyorum, zira M83 her albümünde olduğu gibi bu albümünün kapanışını da en az 10 dakikalık bir şarkıyla yapacaktır. Hele ki 'destansı' olarak betimlediği bir albümünde sanıyorum ki bu durum kaçınılmaz.
Şu ana kadar yayımlamış olduğu tüm albümlerden izler barındıran ve bir kolaj niteliğinde olan albüm zihnin insana oynadığı oyunlar gibi zengin. Bazen tempolu bazense oldukça yavaş ve tam da bu yüzden de bir o kadar çekici bir sound'a sahip Hurry Up, We're Dreaming. 2011'in en iyi albümleri arasında şimdiden görebiliyorum onu.
Tracklist:
CD I
1. Intro (feat. Zola Jesus)
2. Midnight City
3. Reunion
4. Where the Boats Go
5. Wait
6. Raconte-Moi Une Histoire
7. Train to Pluton
8. Claudia Lewis
9. This Bright Flash
10. When Will You Come Home?
11. Soon, My Friend
CD II
1. My Tears Are Becoming A Sea
2. New Pal
3. OK Pal
4. Another Wave From You
5. Splendor
6. Year One, One UFO
7. Fountains
8. Steve McQueen
9. Echoes of Mine
10. Klaus I Love You
11. Outro

Ladytron - Gravity the Seducer

12 yıllık kariyerleri boyunca yaptıkları her müzikle dinleyicisine birbirinden farklı tatlar sunan ama bunu ilginç bir şekilde lehine çevirmeyi başarıp, kendilerine has soundu inşa etmekte kullanan bir grup Ladytron. Şüphesiz bunda Helen ve Mira'nın eşsiz vokallerinin payı büyük. 2010'da yayımladıkları Best Of 00-10 albümüyle bir 10 yıllık dönemi kapattığının ve belki de yeni bir döneme girmekte olduğunun sinyallerini veren grup, bir önceki albümü Velocifero'da yer alan ve albümdeki diğer şarkılara ve önceki işlerine nazaran gerek melodileri gerekse klipleriyle daha 'sıcak' bir Ladytron portresi çizen Ghosts and Tomorrow'la bıraktığı yerden devam ediyor. Albüm ve şarkı isimlerinden, kapak tasarımından ve albüm tanıtım fragmanından da anlaşılacağı üzere doğaya birçok gönderme mevcut. Electroclash'in soğuk ve gürültülü havasından git gide uzaklaştıkları bu albüm bana kalırsa grubun en atmosferik, en rüya dolu, en hafif albümü. 12 şarkıdan 3'ünün enstrümental olduğu bu albümde Mira'nın soğuk ve öfkeli İslav vokaline özellikle çok fazla yer verilmediğini düşünüyorum. Helen'ın vokali tahmin edersiniz ki albümün ruhuna katkı sağlıyor. Transparent Days ve bana göre albümün kapanış şarkısı olması gereken Ninety Degrees benim anlatmaya çalışıp kelimelere dökmekte zorlandığım havai atmosferi en iyi betimleyen şarkılar. Gravity the Seducer ile Ladytron bizi doğada bir yolculuğa çıkarıyor; yeri geliyor çöllerde serap görüyor, yeri geliyor gökyüzünde gittikçe yükselerek bulutlarla dans ediyoruz. Erimekte olan buzulların yarattığı serinlik önce içimizi ürpertiyor, ama ardından bulutlar arasında beliren güneş bize göz kırpıyor, içimiz ısınıyor. En sonundaysa yerçekiminin cazibesine kapılıp yeryüzüne geri dönüyoruz.
Tracklist:
1. White Elephant
2. Mirage
3. White Gold
4. Ace of Hz
5. Ritual
6. Moon Palace
7. Altitude Blues
8. Ambulances
9. Melting Ice
10. Transparent Days
11. Ninety Degrees
12. Aces High

Kate Bush'tan Yeni Stüdyo Albümü

2005'te yayımladığı son albümü Aerial'dan sonra tekrar inzivaya çekilen Kate Bush sırasıyla 89 ve 93 yıllarında çıkardığı The Sensual World ve The Red Shoes albümlerinden bazı şarkılarının yeni versiyonlarının yer aldığı Director's Cut ile bu sene ben dahil birçok dinleyicisini sevindirmişti. Ve sevindirmeye devam etmekte kararlı. Fish People adını verdiği kendi plak şirketinden çıkacak ikinci albümün adı 50 Words For Snow. Tamamı yeni 7 şarkıdan oluşan 65 dakikalık bu albüme arka fonda yağan kar sesleri eşlik edecekmiş. Stephen Fry da twitter'ından öğrendiğimiz üzere konuk vokal. Çıkış tarihi 21 Kasım olan albümün şarkı listesi ise şöyle:
1. Snowflakes (9:55)
2. Lake Tahoe (11:26)
3. Misty (13:49)
4. Wild man (7:03)
5. Snowed in at Wheeler Street (8:11)
6. 50 Words for Snow (8:10)
7. Among Angels (6:55)
Aerial'ın kapanışında yer alan Nocturn ve Aerial'la göz kırptığı progresif rock'a, Kate, umuyorum ki bu albümde de bolca yer vermiştir. Şarkı uzunluklarına bakıldığında ve bir konsept albüm olduğu düşünüldüğünde hayalperest bir tutumum olduğu söylenemez.

Glass Candy - Deep Gems: A Collection of Singles, B Sides & Rarities

Elbette ki dream-pop'tan sıkılıp geçen seneme damgasını vuran Italo Disco'ya geri dönecektim. Ve vücudumun bu zar zor temizlenebildiğim bağımlılığıma gün içerisinde ikinci bir dozu arzulayarak resmi olarak hoşgeldin demesi için ANIMAL IMAGINATION'ın ilk 30 saniyesini dinlemem yeterli olacaktı.


Glass Candy, Johnny Jewel ve vokalist Ida No'dan oluşuyor. 2000lerin başından beri müzik piyasasında aktif bir şekilde yer alan ikilinin sound'u arşivlerini incelediğinizde fark edeceksiniz ki daimi bir değişim içinde ve Italo Disco bana kalırsa bu evrimlerinin sonunda kendilerini en iyi ifade edebildikleri durakları. Body Work isimli yeni albümlerinin çıkacağını öğrendikten sonra, 2008'de çıkardıkları ve kenarda köşede gizli kalmış ama kendilerince mücevher niteliğinde olan şarkılarından oluşan toplama albümlerini paylaşma gereği hissettim.
Tracklist:
1. Introduction
2. Feeling Without Touching
3. Poison or Remedy
4. ANIMAL IMAGINATION
5. The Beat's Alive
6. Something Stirring in Space
7. Theme from Deep Gems
8. Stars & Horses
9. Geto Boys
10. Ms Broadway Remix
11. Soft Boundaries
12. Touching the Morning Mist
13. Silver Fountain

Wild Nothing - Gemini


Wild Nothing, Jack Tatum'un solo projesi. Jack Tatum, last.fm'in dediğine göre nostaljiyle kafayı kırmış, 80ler aşığı bir arkadaş. Buraya kadar her şey sıradan, Pitchfork'ta bundan onlarcası var diyorsunuz. Hayır, yok. Çünkü o bir Kate Bush aşığı. Hatta daha da ileri gidip Cloudbusting'i cover'lamış. Running Up That Hill gibi son derece ayağa düşmüş ve defalarca tekrar yorumlanmış bu şarkıyı tercih etmemesi ise ayrıca takdiri hak eden bir davranış. Benim nezdimde bu onu birbirinden pek bir farkı olmayan, 80ler müziğini lo-fi müzik yapmak sanan hipster zihniyetinden ayrı bir noktada tutuyor. Şarkı ise buradan indirilebilir.
Albüme gelecek olursak, Gemini genel olarak Cloudbusting cover'ı kadar dingin ilerlemiyor. Gitarların ve drum machine'in yoğun kullanıldığı albüme yer yer lezzetli synthler eşlik ediyor. Shoegaze ve dream-pop soundunun karakteristik özelliklerinden biri olan vokalin net olmaması ve enstrümanlarla iç içe geçmesi durumu Wild Nothing'de de mevcut. Kısacası Jack Tatum 80lere o kadar sadık kalıyor ki, Gemini 80ler sonu 90lar başından unutulmuş bir albüm olarak sunulsa size yadırgamayacağınıza eminim.


Tracklist:
1. Live in Dreams
2. Summer Holiday
3. Drifter
4. Pessimist
5. O, Lilac
6. Bored Games
7. Confirmation
8. My Angel Lonely
9. The Witching Hour
10. Chinatown
11. Our Composition Book
12. Gemini

Beach House - Beach House

Beach House, Rock'n Coke 2011 kapsamında İstanbul'da izleme fırsatını elde edebildiğim Alex Scally ve Victoria Legrand'dan oluşan dream-pop ikilisi. Festivalden önce sadece 2010 çıkışlı ve en bilinen albümleri olan 'Teen Dream'i dinleme fırsatım olmuştu. Ve gruba olan ilgim şimdiye nazaran daha yüzeyseldi. O kadar ki grup elemanlarını dahi incelememiş, vokaldeki androjin sesin sahibini bir erkek zannetmiştim. Ta ki konserde kendi halinde şarkılarını söyleyen, arada uzun salık saçlarını müziğin ritmine göre savuran, koyu ceketli son derece cool Victoria Legrand'la karşılaşana dek. Ve konserden o kadar keyif aldım ki yaklaşık bir aydır Beach House'un 3 albümünü de sürekli dinliyorum.
Bu albümü paylaşmayı tercih etmemin sebebiyse ikilinin ilk albümü olması ve ayrıca bu ve ikinci albümü 'Devotion'la beraber lo-fi müziği geniş kitlelere tanıtmaları&sevdirmeleri. lo-fi genellikle sanatçının finansal kısıtlamaları sebebiyle kayıtlarını kendi imkanlarıyla ve düşük kalitede gerçekleştirmesi anlamına geliyor. lo-fi söz konusu olunca bir love/hate durumu oluşuyor. Ben tahmin edersiniz ki seviyorum; çünkü müziğe nostaljik bir hava katıyor. Ama lo-fi bir müzik türü değil, yani black metal yapan gruplar da zamanında bu düşük bütçeli kayıt yöntemini tercih etmiş. Bunu da buraya not düşelim.
Yaptıkları müzik dream-pop. Albüme ve genel olarak Beach House sound'una bir yaz hissi hakim. Zaten bu grubun adından da anlaşılabilir. Grup adı gibi değişmez ve önemli bir şeyin yaptıkları müziği betimleyecek bir şekilde tercih etmeleri ise takdir edilesi. Zira bu sound konusunda istikrarlı bir şekilde ilerleyeceklerini veya ilerlemek istediklerini gösteriyor. 3 albümü de incelediğinizde zaten kafanızda 'Beach House müziği nedir?' sorusuna cevap verebildiğinizi göreceksiniz: Yaz, hayaller, melankoli, nostalji...

Tracklist:
1. Saltwater
2. Tokyo Witch
3. Apple Orchard
4. Master of None
5. Auburn and Ivory
6. Childhood
7. Lovelier Girl
8. House on the Hill
9. Heart and Lungs

M.I.A. - /\/\ /\ Y /\

M.I.A. Sri Lanka kökenli İngiliz grafik tasarımcı&müzisyen. Biz onu Slumdog Millionaire'e yaptığı Paper Planes adlı şarkısıyla tanıdık, yani birçoğumuz. Ama Maya'nın onun dışında 3 tane birbiriyle yarışacak derecede iyi albümü var. Arular, Kala ve 2010'da piyasa sürdüğü ve kendi adını taşıyan /\/\ /\ Y /\, yani Maya. İlk iki albümü adını sırasıyla babası ve annesinden alıyor. Kelis'ten sonra sevmeye başladığım r&b ve hip-hop, M.I.A. sayesinde daha da ilgimi çeken bir alt kültür halini aldı. Maya son derece deneysel bir müzik yapıyor kanımca, bu yüzden de atlanmaması gerek. Altyapılarda kullandığı sesler ritimlerin son derece organik olmasını sağlıyor. Örneğin Intro'ya eşlik eden klavye sesi, sonra Steppin Up'ın girişinde ve nakaratında da duyulan o tanıdık ama bir o kadar da garip makina sesleri. Türe yabancı olanlar için başta rahatsız ediyor ama sonra yaratıcılığını takdir ediyorsunuz M.I.A.'in. Albümün çıkış parçası ise çok daha pop, öyle ki Jay-Z'nin yaptığı bir remixi dahi bulunuyor. Klibi ise aşağıda:

Albümde klip gelen bir diğer şarkı ise Born Free. Youtube'dan kaldırılan bu klibi vimeo üzerinden hala izleyebilirsiniz, İZLEMELİSİNİZ.

Albümdeki favorim ise Lovalot. Sadece bu şarkı bile M.I.A.'i tanımayanların onu anlaması için yeterli: I really lovalot, but I fight the ones who fight me.

Tracklist:
1. The Message
2. Steppin Up
3. XXXO
4. Teqkilla
5. Lovalot
6. Story to Be Told
7. It Takes a Muscle
8. It Iz What It Iz
9. Born Free
10. Meds And Feds
11. Tell Me Why
12. Space

Vive la Fête - Disque d'or


Vive la Fête, İngilizce Long Live the Party, ya Fransızca fetişisti ya da anadillerinden başka tek bir kelime etmeyecek kadar milliyetçi olan Belçikalı duo. Yaptıkları müzikleri kategorize etmeye çalıştıkça zorlandığımı fark ettim; çünkü bir albüm içerisinde birçok farklı türden şarkı yer alabiliyor. Disque d'or yani the Golden Disc de bunlardan biri. Yer yer hareketli ve hırçın, yer yerse oldukça sakin bir albüm. Ama grup adının hakkını verecek derecede gerçekten de bir parti albümü. Electro, Electrorock, Glam sevenler bu gruba bir göz atmalı.




Tracklist:
1. Petit Colibri
2. Amour Physique
3. Everybody hates me
4. Naïve
5. Je ne pourrais pas
6. Ce que tu penses de moi
7. Elsangel
8. On a oublié
9. Mira
10. Baiser Canon
11. Courtois
12. Elle n'écoute pas