Memoryhouse - The Years EP


Chillwave diye yükselen bir akım var. Bana göre indie gençlerin şu ana kadar yaptıkları en güzel müziklerden bunlar. Chillwave'in tanımını ise şöyle yapmışlar: Chillwave (sometimes referred to as Glo-Fi) is a debated genre of music where artists are often characterized by their heavy use of effects processing, synthesizers, looping, sampling, and heavily filtered vocals with simple melodic lines. Its musical predecessors are diverse and include the synthpop of the 1980s, shoegaze, ambient, musique concrète and various types of music outside of the Western World. Yani 80ler synthpop'undan tutun da, ambient ve shoegaze'e kadar oldukça çeşitli kanallardan beslenen bir müzik türü. Melodiler basit, 80lerin nostaljisi ise her daim hissedilebilir. Memoryhouse ise last.fm aracılığıyla tanıştığım bir başka mükemmel proje. Son derece dinlendirici bir etkisi var müziklerinin. Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki akşamdan kalma olduğunuzda tüm o baş ağrısını, bitkinliği alıp götürüyor. Sabah gün doğarken veya akşam gün batarken dinlenmesi ayrıca tavsiye edilir.




Tracklist:
1. Sleep Patterns
2. Lately (Deuxième)
3. The Waves
4. To the Lighthouse

Aynur Doğan - Rewend


Aynur Tunceli'de dünyaya gelen, çocukluğunu Anadolu'da geçiren, Anadolu'nun sonsuz bereketiyle beslenen, 17 yaşında ailesiyle İstanbul'a gelmesiyle bu birikimini insanlarla paylaşabilmesinde büyük yardımı dokunacak olan müzik eğitimini almaya başlayan, ve şu an dünyaca bir üne sahip olan Türkiyeli, Kürt, Alevi türkücü. Şimdiye kadar 5 albümü yayımlanan Aynur'un 2004'te çıkan Keçe Kurdan (Kürt Kızı) isimli olanına adını veren şarkısında, Kürt kızlarını okumaya davet ettiği, kalemin kılıçtan daha keskin olduğunu söylediği türküsünde kadınları dağa çıkmaya teşvik ettiği(!) iddia adildi, albüm toplatıldı. Kürt olan herkesi terörist gören zihniyet adını duymaya dahi tahammül edemedi, kimisi tek bir şarkısını dahi dinlemeden 'Sevmiyorum ben onu, gönderme şarkılarını' dedi -bu bizzat başıma geldi- geçiştirdi. Ama Aynur tüm bunlarla, tüm bunları bildiği için savaşmaya, kardeşlik için türkülerini söylemeye devam etti. Kendi albümlerinin yanı sıra Kardeş Türküler ve Mikail Aslan'la çalıştı. Avrupa'da sayısız konser verdi. The London Times'a kapak oldu, İspanya'da özellikle çok sevildi. Tüm bunlar olurken doğup büyüdüğü yere hiçbir zaman sırtını dönmedi. Çeşitli film projelerinde yer aldı, orada türkülerini söyledi. Fatih Akın'la olan arkadaşlığı ona bu son albümünde Hasankeyf'te çekilmiş olan güzel de bir klip kazandırdı:




Radikalde güzel de bir röportajı yer aldı. Ve son olarak 'Ne dinliyorum ulan ben?!' endişesi taşıyanlar için: http://www.aynurdogan.net.

Tracklist:
1. Rewend
2. Xivşe
3. Xewn
4. Koçerê
5. Yaranmaz Aşık
6. Dostmamê (Xwezila)
7. Improvisation of Bêrîvanê
8. Delalê
9. Şin Û Şaye
10. Gezalê
11. Dawzer
12. Gowende Dawzerê

Ladyhawke - Ladyhawke


Avustralya'nın git gide genişlemekte olan elektronik müzik piyasasından bir kez daha nasibimizi alıyoruz. Phillipa 'Pip' Brown, her ne kadar 80ler kültüründen çokça etkilense de [Heavy metale, vintage kaykay videolarına ve video oyunlarına olan düşkünlüğü], yaptığı müziğin günümüz indie/elektronik ayarındaki gruplarınkinden hiçbir geri kalır yani yok. Albüme bir 80ler hissi, bir nostalji hakim. Ki bu onu çok daha lezzetli ve farklı kılıyor. Indie gençlerin/müzisyenlerin daha da yükselmekte olan 'electro' sevdası -özellikle Avustralya'da bariz bir şekilde hissediliyor- bir yerden sonra bir grubu diğerinden ayırt etmeyi pek mümkün kılmadığından bu tür isimlere karşı önyargılar edinmeme sebebiyet verse de Ladyhawke'ta farklı olan bir şey var. Albüm/Single kapakları, web sitesinin tasarımı, oraya koyduğu kendi adını taşıyan ve arka planda 'Paris is Burning' şarkısının 'ateri versiyonu'nun çaldığı oyun, hepsi işine kendini ne kadar adadığını gösteriyor aslında. Ve Phillipa'nın kuir olması onun diğerleri arasından sıyrılmasını sağlıyor. Neden bilmiyorum ama 'Morning Dreams' şarkısını dinlerken o şarkıyı sadece bir kadına söyleyebileceği hissine kapıldım. Ardından da internette yaptığım küçük çaplı bir araştırma sonucu yanılmadığımın da farkına vardım. Ve sanıyorum ki Pip bir kedi insanı. Her yerden [albüm kapağı olsun, klipleri, myspace'i] kediler fırlıyor. Daha ne olsun. :)


Tracklist:
1. Magic
2. Manipulating Woman
3. My Delirium
4. Better Than Sunday
5. Another Runaway
6. Love Don't Live Here
7. Back of the Van
8. Paris is Burning
9. Professional Suicide
10. Dusk Till Dawn
11. Oh My
12. Crazy World
13. Morning Dreams



Benim de albümdeki favorilerimden biri olan My Delirium. Klipteki, arabayla uçurumdan uçma sahnesi Thelma&Louise'i anımsattı bana:

Gentle Touch - In memory of Savannah


Yaklaşık bir aydır müzikle ilgili yazmıyordum. Belki de bu blog işinin bir görev halini almasını istemediğimdendir. Belli aralıklarla paylaşılması gereken, hakkında iki kelime sarfedilmemiş ve dolayısıyla sıradanlaşmış, sihrini yitirmiş download linkleri yığınından ibaret olmasını istemediğimden. Ama Gentle Touch -isminin iddia ettiğinin aksine- beni öyle bir çarptı ki bunu paylaşmasam olmazdı. 3lü [ya da 2li?] İsveç'ten bizlere selam ediyor. Bu duruma artık şaşırmıyorum. Onlar yaptıkları müziği her ne kadar romantic electropop olarak tanımlasalar da albüm kesinlikle 80ler ve post-punk etkili. Electropop yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Belli belirsiz, baygın bir vokal; romantik cümleler, zaman zaman the Cure dinliyormuşsunuz hissi veren melodiler, hepsi çok güzel. Bir de 4 şarkılık bir EP'leri varmış, onu da aradım fakat, şimdilik bulamadım. En yakın zamanda paylaşmak ümidiyle. Albümü indirmeden evvel myspacelerine bir göz atmak isterseniz eğer: http://www.myspace.com/gentletouchmusic.


Tracklist:
1. Expectations
2. The Finer Arts
3. The View
4. Once You Used To
5. Sonnenfinsternis
6. On the Verge of Tears
7. Spikgatan/Margaretaplan
8. Pieter van den Hoogenband



Little Annie - Songs from the Coal Mine Canary


Annie Anxiety Bandez, nam-ı diğer Little Annie tam anlamıyla gerçek bir sanatçı. Beste yapıyor, şarkılar söylüyor; resimle uğraşıyor, sergiler veriyor; düetler yapıyor. 80lerden beri müzik piyasasında yer almasına rağmen internette bulabildiğim tek albümü olan Songs from the Coal Mine Canary'yi dinlerken bana Marianne Faithfull'u anımsattı. Tok bir sesi var. Ama bu benzetme zaman zaman duyduğum Antony Hegarty'den dolayı da olabilir, bilmiyorum (bkz: Marianne Faithfull&Antony Hegarty - O O Baby). Antony albüm boyunca piyanosuyla eşlik ediyor Annie'ye. Onun birlikte çalıştığı insanları düşününce daha da bir dikkatimi çekmişti bu hatun. Björk, CocoRosie, Marianne Faithfull, Hercules and Love Affair ve ardından karşıma çıkan Annie Bandez. Çok fazla bilinen biri olmaması sizi şüpheye düşürmesin o yüzden.


Albümdeki her şarkı çok güzel ama Absynthtee-Ism benim en sevdiğim:






Bir de canlı performans ekleyeyim dedim. Bu şarkıda da Janis Joplin'i anımsattı bana. Kadını sürekli birilerine benzetmem de ne kadar doğru bilmiyorum ama özellikle konuşur gibi söylediğinde şarkıyı, aklıma direkt Janis Joplin gelmişti ilk dinlediğimde:



Tracklist:
1. Freddy and Me
2. Derma
3. Lullaby
4. The Good Ship Nasty Queen
5. Absynthtee-Ism
6. If I Were a Man
7. Diamonds Made of Glassine
8. Strange Love
9. Sit On Down
10. End is Near

Therion - Secret of the Runes

Therion'un Theli, Vovin ve Lemuria / Sirius B ile birlikte en iyi albümlerinden; fakat konsept bir albüm olması onu bir adım öne çıkarıyor. Albüm kuzey mitolojisini işliyor baştan sona. Kapakta görülen 9 harf mitolojideki 9 ayrı yeri/hikayeyi ve albümde de 9 ayrı şarkıyı simgeliyor. Albüm, prologue(önsöz, ki burda Ginnungagap oluyor) ve epilogue(sonsöz, aynı zamanda albüme de adını veren Secret of the Runes adlı şarkı) da dahil toplamda 11 şarkı içeriyor. Üstüne bir de iki cover yapıp koyuvermişler; biri Scorpions'tan Crying Days, diğeri ise ABBA'dan Summernight City. ABBA dinlemeleri, hatta bir şarkılarını yeniden yorumlamak isteyecek kadar açık fikirli metalciler olmaları da takdir edilesi. -Aslı'ya selam ederim.- Albümde tek klip gelen şarkı da bu cover oluyor bu arada:

Albüme esin kaynağı olan mitolojiye göre dünya Yggdrasil adlı ağacın üzerinde bulunmakta. Bu ağacın dalları bahsi geçen 9 dünyaya uzanıyor. Midgård, Asgård, Jotunheim, Schwarzalbenheim, Ljusalfheim, Muspelheim, Nifelheim, Vanaheim, Helheim. Hikayeye göre Ginnungagap evrenin yaratılışı demek, açılışın da bu şarkıyla yapılması gayet mantıklı o yüzden. Daha sonra sırasıyla bu 9 diyarı anlatıyor bize Therion'un güzel sesli insanları. İnsanoğlunun yaşadığı Midgård'dan, tanrılar ülkesi Asgård'a:







Muspelheim'da yıkımlar gerçekleşiyor, yangınlar çıkıyor; ardından Nifelheim'da her şey tekrar hayat buluyor. Benim size tavsiyem albümü dinlerken bir yandan da şarkı sözlerini takip etmeniz.

Son olarak, rune albüm kapağını süsleyen antik alfabenin her bir harfine verilen ad. İsveççe karşılığı olan runa'nın ise aynı zamanda sır, gizem gibi ayrı anlamları da varmış. Hikayeye göre de harfler yazı yazmaktan öte farklı anlamlar içeren işaretler imiş. İşte Therion da bu noktada devreye giriyor. Odinn gibi rune'ların sırrını öğrenebilmek için kendimizi 9 gün 9 gece Yggdrasil'e asmayalım diye böyle bir albümle çıkageliyorlar 2001 yılında. Bize de dinlemek ve anlamak kalıyor.

Tracklist:
1.Ginnungagap (Prologue)
2. Midgård
3. Asgård
4. Jotunheim
5. Schwarzalbenheim
6. Ljusalfheim
7. Muspelheim
8. Nifelheim
9. Vanaheim
10. Helheim
11. Secret of the Runes
12. Crying Days
13. Summernight City

Madonna - Bedtime Stories


Madonna'nın en sevdiğim albümü. Yani Ray of Light ve Confessions on a Dancefloor'u bir yana koyarsak -çünkü onlara hak ettikleri ilgi veriliyor- Bedtime Stories biraz daha unutulmuş bir albüm. İçerisinde Human Nature, Take a Bow, Bedtime Story gibi klasikleri barındıran bu albümde Madonna Björk ile dahi çalışmış, yani dolaylı olarak. Bedtime Story'nin sözleri kısmen de olsa Björk'e ait. Madonna albüm çalışmalarını Björk'ün de yakın arkadaşı olan Nellee Hooper ile sürdürürken ikisinden kendisi için bir şarkı yazmalarını istemiş. Ama Björk'ün pek hoşuna gitmemiş bu durum, ama arkadaşı Nellee Hooper adına red de etmemiş anladığım kadarıyla. Ve Madonna'nın daha çok mantık ve kontrol insanı olduğunu düşünen Björk onun asla söylemeyeceği ama söylemesini istediği türden sözlerle çıkagelmiş. Ancak söylediğine göre Madonna demeye çalıştığı şeyi tamamen yanlış anlayarak mantığı terkediyorum, sözcükler anlamını yitirdi şeklinde değiştirmiş.

Albüme dönecek olursak Madonna yine bazı kesimleri kışkırtmaya devam ediyor. Bir melek olamam, çünkü hayatta kalmaya çabalamakla meşgulüm diyor. Ve söyledikleri için özür dilemiyor, insan doğası diyor; benim koymadığım kuralları çiğnediğim için beni suçlayamazsınız. Albüm bunlar gibi yine birçok Madonna mottolarıyla süslü. Bir arkadaşımın da az evvel dediği gibi Madonna'dan başka kimseye yakışmayacak cümleler, başkası söylediğinde eğreti duracak. Surely, whoever speaks to me in the right voice, him or her I shall follow diyerek sınır tanımadığını dile getiriyor Sanctuary'nin başlangıcında. Bana kalırsa albümdeki en farklı, en güzel şarkılardan biri:






Ve bir klasik olan Take A Bow:

Tracklist:
1. Survival
2. Secret
3. I'd Rather Be Your Lover
4. Don't Stop
5. Inside of Me
6. Human Nature
7. Forbidden Love
8. Love Tried to Welcome Me
9. Sanctuary
10. Bedtime Story
11. Take a Bow

Fever Ray - Mercy Street

Peter Gabriel'ın So adlı albümünde yer alan ve Gabriel'ın şair Anne Sexton'a ithafen yazdığı bu şarkıyı Fever Ray yeniden yorumlamayacaktı da kim yorumlayacaktı? Bir kez daha kanıtlıyor ne kadar başarılı seçimler yaptığını cover yapmaya gelince. Mükemmel bir iş çıkarmış yine Karin ve ekibi. Peter Gabriel'in o naif yorumunun yerini daha karanlık, bir o kadar da güçlü bir Karin yorumu almış.

İlk olarak orijinali:






Ve Fever Ray versiyonu:








Fever Ray - Stranger Than Kindness / Here Before

Aslında başlığa ilk başta Fever Ray mi yazsam yoksa Fever Ray With Van Rivers & The Subliminal Kid mi yazsam bilemedim. Fever Ray kendi sitesinde diskografilerine bu single'ı eklememiş. Ama bu iki şarkıya Fever Ray: Special Edition'da yer vermiş. O yüzden Fever Ray demeyi uygun gördüm. Single iki cover içeriyor. İlki bir Nick Cave and the Bad Seeds şarkısı olan Stranger Than Kindness. Diğeri ise Vashti Bunyan'a ait Here Before. Stranger Than Kindness'a bir de klip geliyor Fever Ray adı altında:



Tracklist:
1. Stranger Than Kindness
2. Here Before



Fever Ray son zamanlarda verdiği konserlerde bir Peter Gabriel eseri olan Mercy Street'i de seslendiriyor. Onun da ayrı bir single olarak yayımlanacağı söylentisi var last.fm sayfasında, umuyorum öyle olur.

Robyn - Body Talk Pt. 1

2010 Robyn'in senesi oldu kesinlikle. Olmaya da devam ediyor. 3 albümlük Body Talk serisinin ilki olan Body Talk Pt. 1 Dancing On My Own, Dancehall Queen, ve None of Dem gibi muhteşem şarkılar içeriyor. Ama daha seri tamamlanmadan kötü eleştiriler alıyor kimileri tarafından. Bunu pek doğru bulmuyorum aslında ben, çünkü serinin ne 1. albümü ne de 2.si ayrı albümler değiller. Her birinde 8 şarkı var ilk olarak, ve her albümde bunlardan biri akustik. (İkisi de 7 farklı şarkı içeriyor gibi düşünülebilir.) Bu albümde serinin ikinci albümünün ilk single'ı olan Hang With Me'nin akustik versiyonu var mesela. Yani 3 albüm de birbirini tamamlayan öğeler içeriyor olucak anladığım kadarıyla. O yüzden şu an Pt. 1'ı kendi başına incelemeye kalkmak çok da sağlıklı bir iş olmaz; çünkü projenin sadece 3'te 1'i.

Yine de bir fikir vermesi açısından hala dinlememiş olanlar için birkaç sözüm olacak ehe. Albüm Don't Fucking Tell Me What to Do ile başlıyor. Robyn daha ilk şarkıdan aykırı kişiliğini ortaya koyuyor. Robyn'i tanıyanlar şarkılarında ara sıra küfrettiğini bilirler. Ama bu kez albüme bu şekilde başlıyor. Birileri onu sinirlendirmiş anlaşılan. Canını sıkan her şeyi anlatıyor bu şarkıda; erkek arkadaşından içki/sigarasına, insanların dırdırına kadar: Ease up, you're killing me. Don't fucking tell me what to do. Sonra kadın robotların da hisleri vardır diyor Fembot'ta, kalbimi kırdın, ne yapacaksın? Tüm bunlar olurken kendi başına olduğunun farkına varıyor artık: I keep dancing on my own. Eski sevgilisi hayatına devam etmiş ama o hala onu özlüyor, onu başkasıyla görüyor, bu hiç yardımcı olmuyor. Aşk acısı çekiyor Robyn. Ama en sonunda evinden çıkmaya karar veriyor, yine de kimseyle sosyalleşmek istemiyor, otobüsün en arkalarına ilerliyor. Sadece dans edecek bu gece. Ama bir süre sonra anlıyor ki ne çalan müzikleri seviyor, ne insanları, ne yaşadığı şehri: None of dem get my sex, none of dem move my intellect. Take me away from here. Sonra Hang With Me'nin akustik versiyonu ve kendi dilinde söylediği Jag Vet En Dejlig Rosa ile sakin bir şekilde sona eriyor albüm.

None of Dem'de Röyksopp'la çalışmış Robyn. Bana göre de albümün dikkat çeken şarkılarından biri. Sözler gibi melodi de daha bir soğuk diğerlerine nazaran. Dancehall Queen ise tam tersi. Daha sıcak bir havası var. Benim de albümdeki favorim:





Tracklist:
1. Don't Fucking Tell Me What To Do
2. Fembot
3. Dancing On My Own
4. Cry When You Get Older
5. Dancehall Queen
6. None of Dem feat. Røyksopp
7. Hang With Me (Acoustic Version)
8. Jag Vet En Dejlig Rosa



Ve son olarak da Dancing On My Own:

Röyksopp - Senior

Albüm kapağını beğenmedim ne yalan söyleyeyim. Röyksopp'la ilgili bildiğim tek bir şey varsa o da kapak tasarımlarına önem verdikleri. Sanki biraz aceleye gelmiş gibi. Albüm kötü değil ama kesinlikle. Zaten adamların işi chillout canım. Melody A.M. gibi bir başarıya imza atmış grubun bu tarzda kötü bir şey yaratmış olmalarına ihtimal vermek bence onlara yapılacak bir haksızlık. Biraz zaman tanıyın diyorum ben. Belki doğru anda dinlememişsinizdir. Eminim ki işten, okuldan eve dönerken kulaklıklarınızı takıp dinlediğinizde yorgunluğunuzu alıp götürücektir -hele bi de 192 yerine 320 kbps ise mp3leriniz- ya da gecenin ilerleyen saatlerinde loş odanıza çekildiğinizde uzak diyarlara yolculuğa çıkarıcaktır sizi, sadece biraz daha yaşlanmış halinizi. Doğru anı bekleyin. Ve unutmayın ki bu doğru anlardan hiçbiri bilgisayarınızı içermiyor. Bilgisayardan dinlemeyin. Sonra beğenmeyeceksiniz Sayın Deniz gibi. Hadi bakalım, keyifli dinlemeler.

The Drug:






Tracklist:
1. ... And The Forest Began to Sing
2. Tricky Two
3. The Alcoholic
4. Senior Living
5. The Drug
6. Forsaken Cowboy
7. The Fear
8. Coming Home
9. A Long, Long Way

múm - Finally We Are No One

Az evvel múm'un bir Slowdive coverı olan Machine Gun adlı şarkısını dinliyordum ki, son zamanlarda dinlediğim hiç kimsenin onlar kadar masum, kırılgan, çocuksu müzikler üretemediğini hatırladım. 1 sene evvel sürekli múm dinlerdim. Bu albümü de en sevdiğim albümleri ilan etmiştim ilerleyen zamanlarda. Ama dürüst olmak gerekirse her albümleri birbirinden güzel. Her birinin bir diğerinden farklı kendine öz bir soundu var. İlk albümlerini 2001'de çıkarıyorlar, adı Yesterday was dramatic - today is OK. Pitchfork'tan 9.1 alarak o senenin top 20'sinde Radiohead'in Amnesiac albümünden sonra 7. sırada yer alıyorlar bu albümle. Bu başarıları her ne kadar çok güzel olsa da ben yine de ilk albümlerinin múm ruhunu tam olarak yansıttığını düşünmüyorum. 1 senenin ardından Finally We Are No One geliyor. Vokallere daha fazla önem verilen, o glitch soundunu daha az duyduğumuz, daha ambient, daha melankolik. Bu melankoli bir sonraki albümleri olan Summer Make Good'taki karanlık atmosferin oluşturduğundan biraz daha farklı. İki tepe ardında, varolan ya da varolduğunu düşündükleri yüzme havuzuna dair iki şarkı var mesela albümde. Diyorum ya belki de öyle olmasını umuyorlar, onları güzel şeylerin beklediğine inanmak istiyorlar. Mutlu olmaya çabalıyorlar, ama içlerinden atamadıkları bir hüzün, bir yaşanmışlık da var. Zaten albümün isminden de anlaşılıyor bu durum. Artık apayrılar, nihayet.

múm insanlarının bana göre İzlanda'nın müzik piyasasına kazandırdığı iki büyük isim olan Björk veyahut Sigur Rós'tan aşağı kalır hiçbir yanı yok. Son albümleriyle biraz daha duyulmaya başlandı sesleri. Bunun olması için vokalist Kristín Anna'nın gruptan ayrılması gerekiyormuş anlaşılan ki böylece daha mutlu müzikler yapabilsinler.

múm, diskografisi incelendiğinde birbirinden farklı, ve birbirinden zengin albümlere sahip keşfedilmeyi bekleyen apayrı bi dünya. Ve bizi İzlanda'ya davet etmiyor müzikleri. Bu davet bambaşka bir yere: Masumiyetin, çocuk ruhlu kalabilmenin hala kutlandığı bir yere. Davetiyemiz ise bu albüm. Tek yapmamız gerekense gözlerimizi kapayıp seslerine kulak vermek.

Tracklist:
1. Sleep / Swim
2. Green Grass of Tunnel
3. We Have a Map of the Piano
4. Don't Be Afraid, You Have Just Got Your Eyes Closed
5. Behind Two Hills,,,,a Swimmingpool
6. K / Half Noise
7. Now There's That Fear Again
8. Faraway Swimmingpool
9. I Can't Feel My Hand Any More, It's Alright, Sleep Still
10. Finally We Are No One
11. The Land Between Solar Systems



Keşif: Last.fm free music player

Google Chrome kullananlar hemen şuna bir göz atsınlar. Last.fm radyosu gibi değil, yani radyo değil. Dediği gibi aslında 'music player'. Yani düşünün ki Last.fm sizin itunes'unuz ve istediğiniz şarkıyı doğal olarak dinleyebiliyorsunuz. Sınırsız bir arşiviniz var. Ve hepsi ücretsiz. Evet, ben de hala inanamıyorum. Hani ücretsiz olmasına, en azından şimdilik.

Keşif: STEREOmood - tuning my emotions


Futureperfectradio'dan sonra karşıma çıkan en güzel, en tatlı internet radyosu. Anasayfada şu cümlelerle karşılıyor kişiyi:

behind every song there's always an emotion. we don't know why but maybe that's why we love music.

so we've created a way to suggest songs that follow your feelings: stereomood is the emotional internet radio, providing music that best suits your mood and your activities.

how do i feel? what am i doing now?

Ve devamında birçok etiket var, working'den asleep on my feet'e; dressing up'tan dinner with friends'e kadar ...

Hiçbir kesinti olmaksızın sorunsuz çalışıyor yaklaşık yarım saattir. Bir göz atın derim. :)

Cocteau Twins - Heaven or Las Vegas

Albümün last.fm'de en çok dinleyeni olmuşum, Cocteau Twins listemde 8.liğe fırlamış, yemişim Treasure'ı. :P Yok tabiy, Treasure bana Cocteau Twins'i sevdiren albümdü. Çok güzeldi o da, ama sanki daha bi keskindi, vokaller falan. Bu albümde o yok, daha sakin söylüyor Elizabeth şarkıları. Sonra Victorialand'i dinledim. O da çok güzeldi. Onda ise bir dinginlik hakim. Ama Heaven Or Las Vegas şimdiye kadar -sadece Cocteau Twins için değil- dinlediğim, duyduğum müzikler arasında en güzellerinden biri. Kelimelerle ifade etmeye çalışıyorum, tıkanıyorum. En iyisi Cocteau Twins'i henüz dinlememiş olanlara bu albümden başlamalarını tavsiye edeyim. 1990'da çıkıyor bu güzelim eser, kariyerlerinin zirvesinde. Albüme ismini veren Heaven or Las Vegas da şimdiye kadarki en başarılı singleları olma ünvanını taşıyor. Sözleri inceleyip albüm hakkında daha net bir fikir edinmeyi düşündüm fakat aklıma hemen Cocteau Twins hakkında bilinmesi gereken önemli bir şey geldi sizle de paylaşmak istediğim. Grubun şarkı sözlerinin pek bir anlamı olmuyor genel olarak. Hatta söz yazarlarken sözlüğü açıp kulaklarına güzel gelen bir kelimeyi şarkıda bir cümleye yerleştirebiliyorlarmış. Zaten yaptıkları müzik de sözler üzerine değil, daha çok melodi odaklı. Yani herkes için değil kesinlikle. Benim albümdeki favorim sürekli değişmekle beraber, albümü dinlerken bir an evvel sıranın ona gelmesini beklediğim şarkı I Wear Your Ring.

Tracklist:
1. Cherry-Coloured Funk
2. Pitch the Baby
3. Iceblink Luck
4. Fifty-Fifty Clown
5. Heaven or Las Vegas
6. I Wear Your Ring
7. Fotzepolitic
8. Wolf in the Breast
9. Road, River and Rail
10. Frou-Frou Foxes in Midsummer Fires



Ve son olarak múm insanlarının kesinlikle Cocteau Twins dinlediğini ve onlardan etkilendiğini düşünüyorum.

Bülent Ortaçgil - Benimle Oynar Mısın

Günaydın uyanışımıza, uyanışımıza günaydın

Sevimli, uslu, sesli, hırslı?
Hangi kedilerdensiniz?

Ama ben değişmezsem, ben olamam ki

Hayat güzeldir sen görürsen

Hadi gel senin zamanın artık, yürüsene benim ile?

Eğer bugün yepyeni bir şey öğrenememişsen
Bütün günün birbirine eş, güneşsiz geçmişse
Haydi gel gidelim Suna Abla'ya
Merhaba diyelim Suna Abla'ya

Yağmur yağdı, içim temizlendi
Toprak koktu, içim renklendi

Ağızdaki küfür olsam
Yine de oynar mısın benimle?

Her şey olur
Her şey büyür
Her şey geçer
Hayat kalır


Bütün şarkılarımız senin için, senin için
Bütün kavgalarımız senin için, senin için

Yüzünü dökme küçük kız
Yalnız bir sen misin düşün
Zincir oranda buranda?

Dayanamaz yalnızlığa, hemen uyur, hemen uyur, hemen uyur

Etime yapışan ah o eller, hep isterler, istiyorlar

Tracklist:
1. Günaydın
2. Kediler
3. Olmalı mı Olmamalı mı
4. Anlamsız
5. Her Şey Sevgiyle Başlar
6. Suna Abla
7. Bahar Türküsü
8. Benimle Oynar Mısın
9. Yağmur
10. Sen Varsın
11. Yüzünü Dökme Küçük Kız
12. Şık Latife
13. Dört Kişilik Düş
14. Günaydın II

The Organ - Grab That Gun

Birbirinin kopyası olan indie, indie rock gruplarının haşere gibi türediği 2000lerde, çok azı kendine has bir sound yakalamayı başarabildi. Ve çok azı 80lerin müziğini takdir etmeyi bilip, ondan esinlenerek müziklerini o melankoliyle süsledi. İşte diğerleri arasından sıyrılabilmiş bir topluluk olan the Organ. Bence the Smiths severler kesinlikle bir şans vermeli bu hanım kızlarımıza, pişman olucaklarını sanmıyorum.
Bu albümü ilk edindiğimde arka arkaya defalarca dinlediğimi bilirim. Ki kesinlikle rock müzikten çok fazla haz etmem. Ama zaten dinlerken görüceksiniz the Organ bir indie rock grubu değil. Daha çok 80lerin post-punk gruplarıyla adı anılıyor zaten bu yüzden. İnsanı içine çekiveriyor albüm. Anlatacak birçok hikayeleri varmış da sanki sadece 10 kısa şarkıya sığdırmaları istenmiş gibi. Çok dolu, çok hisli. Ama işte Aralık 2006'da yollarını ayırmışlar ne yazık ki.

Tracklist:
1. Brother
2. Steven Smith
3. Love, Love, Love
4. Basement Band Song
5. Sinking Hearts
6. A Sudden Death
7. There Is Nothing I Can Do
8. I Am Not Surprised
9. No One Has Ever Looked So Dead
10. Memorize the City
11. Hidden Track

Love, Love, Love






Robyn - Robyn

Robyn'in resmen bu seneye damgasını vurmakta olan Body Talk serisini dinlerken fark ettim ki bu kadın hafife alınacak işler yapmıyor, yani sıradan bir electropop şarkıcısı değil. Büyük bir kesim tarafından Röyksopp'un The Girl and the Robot şarkısıyla tanınmaya başlansa da, ki bu çoğunluğun içinde ben de varım, biraz araştırılınca aslında Robyn'in 90lara dayanan bir müzik geçmişi olduğunu görüyoruz. 16 yaşında müzik kariyerine başlıyor, ilk albümü Robyn is Here'ı 95 yılında çıkarıyor. Bir Eurovision girişimi oluyor ama muvaffak olamıyor. Daha sonra iki albüm daha çıkarıyor My Truth ve Don't Stop the Music. Bunlarla da öyle aman aman bir başarı yakalayamıyor. Ve 2007'de asıl ses getirecek kendi adını taşıyan bu albümü yayımlıyor. Kendi plak şirketi olan Konichiwa Records'tan çıkıyor bu albümü, ve bu albümde the Knife gibi isimlerle de çalışmaya başlıyor. Who's That Girl de onlardan biri:






Albüm Curriculum Vitae ile başlıyor, kısaca Robyn'in CVsi ile: Tetriste dünya rekorunu kırmasından, AIDS'in tedavisini bulmasına kadar Robyn'le ilgili birkaç küçük detay öğreniyoruz. :P Konichiwa Bitches, Cobrastyle, Be Mine, Who's That Girl, Crash and Burn Girl albümün dikkat çeken şarkıları. Ama tabi bu demek değil ki diğerleri kötü. Baştan sona mükemmel bir pop albümü. Robyn her albümünde araya balladlar serpiştirmeyi de seviyor Should Have Known ve Anything You Like gibi. Albüm bir Prince coverı olan Jack U Off ile eğlenceli başladığı gibi eğlenceli bitiyor.

Tracklist:
1. Curriculum Vitae
2. Konichiwa Bitches
3. Cobrastyle
4. Handle Me
5. Bum Like You
6. Be Mine!
7. With Every Heartbeat
8. Who's That Girl
9. Bionic Woman
10. Crash and Burn Girl
11. Robotboy
12. Eclipse
13. Should Have Known
14. Anything You Like
15. Jack U Off

Röyksopp - Junior

2009’un en iyi elektronik albümlerinden biri. Her ne kadar The Girl and the Robot en çok ses getiren şarkı olsa da benim favorilerim vokalde Anneli Drecker’in olduğu ‘Vision One’ ve ‘You Don’t Have A Clue’. Kadını daha önce dinlemişliğim de yok ama en sevdiğim şarkılar albümdeki, onun söyledikleri. Hmm. İlginçtir ki Karin’in söylediği ‘Tricky Tricky’ ve ‘This Must Be It’ albümde en az haz ettiklerimden. Karin Röyksopp işbirliğini ortaya ‘What Else Is There?’ gibi bir şey çıkarabildikleri takdirde seviyorum; daha karanlık, daha ‘Fever Ray’. Yoksa Knife’ın Silent Shout gibi bir albümü var, 2006’nın en iyi dans albümlerinden ve Karin vokallerde mükemmel bir iş çıkarıyor. Sesi o derin, çok da neşeli olmayan beatlerle daha uyumlu sanki. Röyksopp’la olmuyor bence. Albüme dönecek olursak ‘Röyksopp Forever’ gibi daha Melody A.M. tadında enstrümental birkaç şarkı da var. Eylül’de yayınlanması beklenen kardeş albüm Senior için fanteziler kurmasına insanın yetiyor da artıyor bile. Son olarak: Senior, where are you? :mü

Tracklist:
1. Happy Up Here
2. The Girl and the Robot
3. Vision One
4. This Must Be It
5. Röyksopp Forever
6. Miss It So Much
7. Tricky Tricky
8. You Don’t Have a Clue
9. Silver Cruiser
10. True to Life
11. It’s What I Want

Kelis - Flesh Tone

Hiçbir zaman Kelis hayranı olmadım. Daha doğrusu işlerini takip dahi etmedim. Ne albümünü dinledim baştan sona, ne de Kelis'in yaptığı müzik üzerine birileriyle konuştum. Kelis'in sıradan bir RnB şarkıcısı olduğunu düşündüm hep. Ama bu albümüyle benim ve benle birlikte sanırım daha birçok insanın kendisiyle ilgili olan bu önyargılarını yıkıyor. Hani siyahi müzisyen stereotipleri vardır ya, onlarla sınırlandırılamayacağını ve aslında hiçbir zaman da tektip biri olmadığını.

Tracklist:
1. Intro
2. 22nd Century
3. 4th Of July (Fireworks)
4. Home
5. Acapella
6. Scream
7. Emancipate
8. Brave
9. Song for the Baby



Ve albümde klip gelen ilk şarkı; Acapella.

Joe Hisaishi - My Neighbor Totoro

Bu film, ve müzikleri. :] Çok film izleyen, deli film kültürü olan biri değilim, hiçbir zaman olamadım. Zaten bir film beni müzikleriyle, samimiyetiyle etkileyebiliyor ancak -yani sanırım- ve çoğu da bu engele takılıp kalıyor. Totoro ormanın ruhu; pofuduk, masum, şirin ve hep çocuk. Film Mei adlı küçük yaramaz kızımızın bir gün oyunlar oynarken Totoro ile tanışmasını, ve ardından gelişen dostluklarını konu alıyor. Müziklere gelecek olursak; ben albümü her dinlediğimde filmi tekrar yaşıyor gibi oluyorum. İlginç bir şey bu, dakikası dakikasına verebilmesi bana bu duyguyu. Ve sanırım bu yetenek. :]

Tracklist:
1. Stroll (The Opening Theme Song)
2. The Village in May
3. A Haunted House!
4. Mei and the Traveling Soot
5. Evening Wind
6. Not Scared
7. Let's Go to the Hospital
8. Mother
9. A Little Monster
10. Totoro
11. The Huge Tree in the Tsukamori Forest
12. A Lost Child
13. The Path of Wind (Instrumental)
14. A Drenched Monster
15. Moonlight Flight
16. Mei is Missing
17. Catbus
18. I'm So Glad
19. My Neighbor Totoro (The Ending Song)
20. Stroll

Lullatone - Little Songs About Raindrops

Şu an hala gördüğüm saçma sapan rüyaların etkisinden tam anlamıyla kurtulabilmiş değilim. Ben de açılayım diye gittim, uyanır uyanmaz kendime güzel bir kahve yaptım. -Kahve manyağı bir insan değilimdir, sadece bazı sabahlar gerçekten ihtiyacım oluyor- Ve bu da bana Lullatone'un Morning Coffee adlı şarkısını anımsattı. Sonra dedim bu dünya tatlısı iki insana blogda neden yer vermiyim? Lullatone birbirini seven iki insandan oluşan deneysel müzik projesi. Sadece albüm çıkarmıyolar, sitelerinde de bahsettikleri üzre they are Lullatone, an art, music and good ideas group; they like making stuff. Çocuklarla çalışmayı çok seviyorlar, zaten yaptıkları müzikler de ninni niteliğinde. :]

Tracklist:
1. My Petit Prelude
2. Yesterday
3. Wake Up Wake Up
4. Leaves Falling
5. Puddles on the Playground
6. Morning Coffee
7. Afternoon Nap
8. Pitter Patter Interlude
9. Drip Drops Jumping on an Umbrella
10. A Miniature Finale



Ólafur Arnalds - Eulogy for Evolution

Her last.fm genci gibi benim de İzlanda ve İzlandalı müzisyenlerle kafayı bozduğum dönemler oldu. Ólafur'u keşfim işte tam bu dönemin ortalarına tekabül eder. İlk ne zaman dinlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Geçen seneydi; odamda oturmuş, lebtöb kucağımda, icelandic etiketli last.fm radyosunu dinliyorum. Şu an albümdeki hangi şarkı olduğunu hatırlayamasam bile last.fm radyosunu açıp "Oha ne çalıyo lan?" dedirtebilmişti bana. Okuma yaparken, ders çalışırken çok iyi gidiyor Ólafur'un müzikleri. misskatze'nin isteği üzerine ekliyorum bu arada albümü. :] Dinleyin, dinletin.

Tracklist:
1. 0040
2. 0048/0729
3. 0952
4. 1440
5. 1953
6. 3055
7. 3326
8. 3704/3837



Antony and the Johnsons - I Am A Bird Now

Antony and the Johnsons'ın en çok ses getiren albümü. Boy George'dan tutun da Devendra Banhart'a kadar birçok sanatçının Antonitto'ya vokallerde eşlik ettiği, Bird Gerhl gibi son derece naif bir eseri içinde barındıran albüm. Bird Gerhl bu arada V For Vendetta'nın soundtrackinde de yer almıştı. Pek sevdiğim bir filmdir o da. Amerika'nın Zeki Müren'i diyebiliriz, sadece -bana göre- daha az ego patlaması yaşayanı :]
Tracklist:
1. Hope There's Someone
2. My Lady Story
3. For Today I Am A Boy
4. Man Is The Baby
5. You Are My Sister
6. What Can I Do
7. Fistful Of Love
8. Spiralling
9. Free At Last
10. Bird Gerhl

Fever Ray - Fever Ray

2009'un en iyi albümüdür, değildir; bunu tartışmak biraz yersiz olabilir ama Karin'in müzik kariyerinde kesinlikle çok önemli bir nokta Fever Ray. Sadece tek albümlük bir proje olduğundan bahsetti daha evvel, beni baya üzdü, ama Olöf'le de neler yapacakları hiç kestirilemiyor.
Tracklist:
1. If I Had A Heart
2. When I Grow Up
3. Dry And Dusty
4. Seven
5. Triangle Walks
6. Concrete Walls
7. Now's The Only Time I Know
8. I'm Not Done
9. Keep The Streets Empty For Me
10. Coconut




Can I come over, I need to rest
Lay down for a while, discollect
The night was so long, the day even longer
Lay down for a while, recollect